İş birlikçi düşünme, tıpkı özen gibi düşünmenin kolektif yanına vurgu yapıyor olarak düşünülür. Ve kuşkusuz bu da doğrudur. Bir arada yaşamaya belirlenmiş varlıklar olarak karşılaştığımız sorunların çözümü için çoğunlukla iş birliği içinde düşünüyor ya da çalışıyoruz. Öyle görünüyor ki bu durum bu şekilde sürecek. Peki ama neden iş birliği karşımıza bir problem olarak çıkmaya devam ediyor? Neden çocuklar eğitim sistemi içinde kendilerini daha mutlu ve özgür kılacak olan şeyleri istemek yerine diğerlerinden daha iyi olmaya çalışıyor? İş yaşamında birlikte çalıştığı insanlarla çok iyi anlaşan ve birlikte çalışmaktan zevk alan insanlara neden bu kadar az rastlıyoruz? Gerçek bir iş birliğini sağlamanın yolu nedir?

Kuşkusuz bu sorular bir çoğumuza aşina gelebilir. Hatta klişe olduğu bile söylenebilir. Fakat bu sorunla gerçekten yüzleşmemizi önüne geçen şey ne olabilir? Zira problemi aşmışa hiç ama hiç benzemiyoruz. Söz konusu problem, öyle görünüyor ki, insanlık tarihi kadar eskidir. Birlikte yaşamaya çalışan insanların bu ortak yaşamı arzu edilir hale getirme çabaları, bugün iş birliği diye andığımız olguyu yeniden ve yeniden gündeme getirmektedir.

P4C yöntemiyle insanlar arasındaki anlaşmazlıklara kökünden çözüm bulacağımızı iddia ediyor olsaydık eğer, bu yazıyı ciddiye almamak için son derece geçerli bir sebebiniz olabilirdi. Ancak neyse ki yapabileceklerimizin sınırlarının farkındayız.

Bu nedenle, iş birlikçi düşünme sorununu, müdahale edebileceğimiz tek merkezden çözüme kavuşturmak için çalışmaya başlamalıyız: Kendimizden. Düşünmek, tüm kolektif niteliklerine rağmen bireysel ya da daha doğru bir deyişle, tekil bir eylemdir. Her ne kadar düşüncemiz dilimiz tarafından, toplumumuz ve coğrafyamız bakımından ve hatta toplumsal sınıf ve tabakalarımız tarafından belirleniyor olsa da, düşünme esnasında bir tek-başınalık halini deneyimleriz. Düşünürken hem yalnızızdır hem de çok kalabalık. Öncelikle şunu anlamak gerekmektedir; her ne düşünüyorsak düşünelim bunda daima başkalarının izi vardır. Size en özgü olan düşünce ve eylemler dahi, bir başkası ya da sizin dışınızda olan durumlar tarafından sınırlanır, belirlenir. Örneğin bir ressam, en özgün eserini bitirdiğinde bile, derinlerde bir yerde o resmin yalnızca ona ait olmadığını bilir. İlk olarak tuval ve boya malzemeleri ile barışmak, hadi şöyle diyelim, onlarla iş birliği yapmak zorundadır. Bir şair, evvela konuştuğu dilin sözcükleriyle iş birliği yapmak zorundadır. Bir filozof, kendisinden önce düşünmüş olanlarla iş birliği yapmak zorundadır. Yaratıcılık üzerine yazımızda belirttiğimiz gibi, en özgün ve yeni fikirler dahi başka düşüncelerin etkisini ve izini kendisinde barındırır. Her yaratıcılık bir sınırlamayı aşma, bir sınırı ihlal etme edimidir. Fakat aşmakta olduğumuz sınırı tanımak bu yaratıcılığın ilk edimidir. İş birliği, bana öyle geliyor ki, yalnızca birlikte yaşadığımız insanlarla uzlaşma edimini değil, ama aynı zamanda düşüncemizin konusuyla da bir barışma edimini anlatmaktadır. Mermer ile çalışan bir heykeltraş, mermerin yapısını iyi tanımalı ve ona uygun bir şekilde sanatını icra etmelidir. Felsefi bir diyalog içindeki bir düşünür de, aynı şekilde, muhatabının düşüncelerini anlamalı ve onun düşüncelerini kendisinin önündeki bir engel olarak değil, kendi düşüncesinin ilerlemesi için bir yardımcı olarak görmelidir. İş birliği, bu bakımdan, muhatabımız her ne ise onu ciddiye almak ve düşüncenin ilerlemesi için ondan yardım almaktan başka bir şey değildir. Bütün büyük fikirler, muhataplarının iddialarından faydalanarak ya da onları eleştirerek yaratılmıştır ve bu sürecin muhataplara duyulan sevgi ya da nefretle hiçbir ilgisi yoktur.

Felsefe tarihi göstermektedir ki, filozoflar en çok eleştirdiği diğer filozoftan en çok yararlanmıştır. Örneğin Hegel, neredeyse her noktada Kant’ı kıyasıya eleştirse de yeri gelince hakkını teslim etmeyi bilmiştir; dahası, felsefi tartışmayı Kant’ın bıraktığı yerden devam ettirmeye var gücüyle özen göstermiştir. Düşünmek her ne kadar tekil bir eylem olsa da, daima bir muhataba ihtiyaç duyar. Felsefe tarihinden birçok filozofun ısrarla belirttiği gibi, bilinç daima bir şeyin bilincidir. Biz de şöyle diyelim: Düşünmek daima bir şeyi düşünmektir; ister gerçek bir şey olsun isterse hayali bir şey. O halde yapılması gereken, düşüncemizin nesnesini ya da muhatabımızın sözlerini salt çürütülmesi gereken düşünceler olarak değil, bizi de içine alan daha büyük bir düşünsel alanın gelişimi için fayda sağlayan bir destekçi olarak görmektir. Doğa bilimi yapmak niyetinde isek, evvela doğadan yardım istemek durumundayız. Tiyatro sanatını icra ediyorsak örneğin, ilk destekçimiz seyirci olmak durumundadır. Ancak bu koşulla seyirci ve oyuncu arasında gerçek bir ilişki mümkün olabilir. Gerçek bir ilişki de ancak iş birliği sayesinde kurulabilir.

Fakat yanlış anlaşılmamalıdır. İş birliği yapmak daima uzlaşmak anlamına gelmez. Muhatabımızı daima olumlamak anlamına hiç gelmez. İş birliği, uzlaşma kaygısı gütmeden diyaloğu sürdürme isteğinden başka bir şey değildir. Klasik bir uzlaşma düşüncesi, örneğin, iki kişi arasında cereyan eden bir diyalogdan ziyade kişilerin kendisini merkeze alır. Bu uzlaşma düşüncesinde, felsefi diyalog ya da düşünce değil kişilerin öznel kanaatleri, arzuları ve istekleri söz konudur. İki taraf, böyle bir ilişkide, kabaca ifade edersek, bir kâr-zarar hesabı sonucunda belli miktarda haz ya da mutluluk için belirli miktarda acı ya da mutsuzluğu göze alır. Örneğin güvenlik uğruna özgürlüklerimizden feragat ederiz. İş birliğinin ise bununla hiçbir ilgisi yoktur. Özgürlüğü sınırlandıran bir iş birliği anlamsız bir deyiş olabilir yalnızca. İş birliği, kişilerin diyaloğun dışındaki kendiliklerini değil, diyalog içindeki kendiliklerini esas alır. Yani eğer söz konusu diyalog kişi üzerinde görülür bir etki yaratmıyorsa, zaten ortada bir diyalog yoktur. Ancak diyaloğun üzerimizdeki etkileriyle mevcut konu üzerinde düşünmeye devam edersek gerçek bir iş birliği yapmış oluruz. Bunun ise uzlaşmakla hiçbir ilgisi yoktur. İş birliğinin merkezi soyut kişiler değil, söz konusu diyalog aracılığıyla var olan belirli kişilerdir. Sözcük son derece açıklayıcıdır: İş birliği, bir işte birlik olmaktır. Bu iş dışındaki ilişkilerimiz, en azından burada gündeme getirilmeyecektir. Bu nedenle, felsefi düşünme eğitiminde ve bir felsefi diyalogda en önemli unsur, söz konusu iş birliğini mümkün kılacak koşulları yaratmaktır. Tek tek kişilerin fikirleri değil, ilgili diyalog içinde bir diğerinin düşüncesiyle ilişki içindeki kişinin düşüncesidir önemli olan; ve bu iki kişi kesinlikle aynı değildir. 

P4C yönteminin ayrıcalıklı yanı, tam da felsefi diyaloğu merkeze almasında ve yeni düşünceleri soruşturma esnasında ortaya çıkarmaya çalışmasında yatar. Düzenli olarak felsefi soruşturma gerçekleştiren katılımcılar, iş birliği ile düşünmeyi deneyimleyecekler ve bunun bütün olumlu sonuçlarını değerlendirebilir hale geleceklerdir. 

Sonuç olarak diyebiliriz ki, iş birlikçi düşünme bir diyalog içindeki muhatabımızın düşünceleriyle iş birliği tesis etmek şeklinde anlaşılabileceği gibi, düşüncemizin nesnesiyle kurduğu her türlü ilişkinin zorunlu bir koşulu olarak da düşünülebilir. Buradaki zorunlu sözcüğü yanlış anlaşılmamalı ve suistimal edilmemelidir. İş birliği göstermeyen konuşmalar ve çalışmalar da mümkündür. Fakat o durumda, yazının başında bahsettiğimiz problemlerden yakınmaya hakkımız da kalmayacaktır. İş birlikçi olmayan bir felsefi diyalogdan bahsedilemez; onlar olsa olsa “bir aptalın anlattığı bir masal”dır, “kuru gürültüler deli saçmalarıyla dolu.”*


 

William Shakespeare, Macbeth


Yazar: Bekir Aşçı

Çizer: Fahrettin Yılmaz